SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM –SÜRDURÜLEBİLİR GELECEK

Global Toplumsal Farkındalık Danışmanlık Şirketinin

27 Ocak 2024 tarihli Swiss Otelde Gerçekleştirdiği Toplantı Notlarından

Sürdürülebilirliğinin önemli konularından ilki kadar stratejik boyutu da olan, Tarım ve Kırsal Kalkınma ile ülke bütününü ilgilendiren Toplumsal Kalkınmanın temel dayanaklarına yer veren aşağıdaki metin içeriği, 34 uzman katılımcının yer aldığı toplantı notlarından derlenmiştir.

Tarım insanlık tarihi başlangıcından itibaren en eski uğraş alanıdır. Yapılan araştırmalara göre insanlar önce buldukları tarım ürünlerinden yararlanmayı öğrenmişler ve üretmeye başlamışlardır. Dolayısıyla tarımsal faaliyetlere ilişkin davranış ve beklentilerin temelinde gerek kalite gerekse miktar anlamında kullanılan “güvenli gıda” üretimi ve “erişimi” konusu yer almaktadır. Gıdanın aynı zamanda son derece besleyici, doğa üzerinde mümkün olduğunca az olumsuz etkiye sahip, uygun fiyatlı ve lezzetli olması da Dünya Gıda Raporunda belirtilen ilkeler arasında yer almaktadır. Açlık ve yoksullukla mücadelede ve sürdürülebilir tarım ve toplum yaklaşımında, tarımsal üretimin öneminin, çocuklar ve gençlere öğretilmesi, eğitim plan ve programlarına toprakla ve tarımla tanışma, severek uğraşma aktiviteleri eklenmesinin gerekli olduğu bilinmektedir.

Dünya genelinde gelişmeler izlendiğinde tarım sektöründe gerileme olan ülkelerde kapitalizm etkisi hissedilebilmektedir. Kapitalizm felsefesi gereği işsizliği artırmaktadır. Kendi ayakları üzerinde duramayan, toplum lehine örgütlenemeyen ve bireysel çıkarcılığa, yağmacılığa yönelen kalabalık toplumlar yaratabilmekte ve teokratik düzeni oluşturabilmekte, geliştirmekte içeride ve dışarıda savaşlara neden olabilmektedir. Güçlü merkeziyetçi yapılar ile katılımcılığı engelleyen ya da manda ve himaye isteyen güdümlü devlet yapısına prim veren siyasi yapılanmalar toplumları yoksullaştıran, taktikler geliştirebilmektedir.

Doğal kaynak ve emek sömürüsüne dayanan emperyalizm, felsefesine uygun olarak finansal egemenlik ve yetişmiş insan gücü transferiyle kendi sürdürülebilirliğini garanti etmektedir. Eko-emperyalizm tehlikesini görmek ve önleyici yerel ve ulusal planlamaya önem vererek uygulamak önemlidir. Tarım sektörü ve tarıma dayalı sektörler de bu gelişmelerden olumsuz etkilenmektedir. Öte yandan çevre kirliliği ve su kaynaklarının bundan etkilenmesi sonucunda özellikle yüzeysel sularla yapılan sulamalarda kirlilik tarımsal ürünlere de bulaşmakta ve ürünler kontamine olmaktadır.

Türkiye’de tarımın gerilemesini tarihsel süreç içerisinde incelemek doğru olur. Türkiye’nin tarımı sistematik olarak 1950’li yıllardan beri geriletilmektedir. Bunda Avrupa Topluluğunun kuruluşunda (1957) hedeflenen tarım politikası sürdürülebilirliği ile Amerika Birleşik Devletleri’nin Çin’e kadar uzanan eko -emperyalist politikaları önem taşımaktadır.1950’li yıllarda alınan Marshall yardımının (Truman Doktrini)  kırsal ve kentsel alanlarda yarattığı travmalara ek olarak, Sayın Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde (1983-89) , üst düzeyde yönetsel boyutta ithalatın daha ucuz olacağı yaklaşımıyla uygulanan politikaların tarım sektörünün gelişimini olumsuz etkilediği görülmektedir. Günümüzde de devam eden benzer politikalar sonucu “kalkınma kırsaldan” kaçmaktadır. Oysa kalkınmanın temeli kırdaki tarımsal/zirai faaliyetlerdir.

En iyimser tahminle ülkemiz topraklarının ancak %25’i kırsal alandır. Hukuki tanım kapsamında, toplam nüfusun (83.614.362 kişi) yüzde 77,9’u büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde, yüzde 16,5’i diğer belediye sınırları içerisinde, yüzde 5,6’sı köy sınırları içerisinde yaşamaktadır. Hukuki olarak köyler, kır ve kent yüzdesi içinde gerilemiştir. Bu husus, ölümcül bulaşıcı hastalıklar ve gıda güvenliği içinde yer alan yeterli gıda stratejisi yönüyle hatalı görüldüğü için, kırsal mahalle gibi yeni bir tanımlama ile tarımsal alanların ve bağlantılı olarak tarımsal faaliyetlerin geliştirilmesinde merkezi idarenin desteği sağlanmıştır. Ancak bu uygulamanın yerelde başarılı olduğu pek söylenememektedir.

Türkiye’de yasal düzenlemelerle tarım topraklarının kentsel alanlara dönüştürülmesi önemli bir sorun alanıdır. Kırsal mahalle veya kırsal yerleşik alanı, bunların tespitine ilişkin işlemleri, bu yerlerde uygulanacak muafiyet ve indirimleri düzenlemek amacıyla “Kırsal Mahalle ve Kırsal Yerleşik Alan Yönetmeliği” (31455 sayılı ve 15 Nisan 2021 tarihli RG) yürürlüğe girmiştir. Kırsal mahalle, 30 büyükkent belediyeleri sınırları içinde olup 1984 yılı ve sonrasında köy veya belediye (belde) iken mahalleye dönüşen mahallelerde ihtiyaca göre tespit edilmektedir. Bu bakımdan konu oldukça yenidir. Belirtilen konuları yürütmeye ve tereddütleri gidermeye, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkilidir. Ancak köy statüsünden çıkarılarak, belediyelerin mahallesine dönen, mahalle uygulaması olumsuz etkiler yaratmış, köy muhtarlıklarının tüzel kişiliklerinin ve idari-mali özerkliklerinin ortadan kalkması, gelir getirici gayrimenkulleri yanında mekânsal fonksiyonelliği de etkileyerek ürün arzının ve, köylünün gelirinin azalmasınayol açmıştır.

Köylerin idari yapısının değiştirilerek, kırsal özelliklerine karşın kentlerde belediyenin mahallesi haline getirilmesi, tarım topraklarının kentsel ranta dönüşmesine hizmet eder hale getirmiştir. Dağ köyleri de dâhil olmak üzere köyler tekrar idari ve fonksiyonel olarak köy tanımına uygun hale getirilmelidir. Coğrafi özelliklerin taşıdıkları niteliklere uygun olarak kamu politikaları oluşturmak için, mekâna ve iklime göre değişen özelliklerin farkında olmak ve tarım da dâhil faaliyetleri günün getirdiği yeni koşullar içinde anlamlandırmak önemlidir.

Dünya nüfusunun 3/4’ü kırsal alanlarda yaşamaktadır. Dünyada üretilen gıdanın % 25-30’u israf edilmesi ve çöpe gitmesi ülkede bu konuda, toplumsal farkındalık için önemli bir ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Gıda güvensizliği anlamına gelen açlık,  politik yapı ve gelir dağılımı ile ilgilidir. Bilgi toplumu özelliği taşıma, bu nedenle de önemlidir. Toplum kalkınması için farkındalıklar oluşturulması ve konuların felsefesi üzerinden eğitimlerin yapılması gerekmektedir. Tarım politikalarının felsefesinin yaygın eğitim içine alınması ve içselleştirilmesi önemlidir. Toplum tarım ürünlerindeki arz gerilemesini, ancak fiyatların artması ve satın alma gücü olsa bile alamama nedeniyle halk yeni yeni fark etmiştir.  Bu kaotik ortamdan birlikte nasıl çıkılacağına yönelik kamu, özel ve sivil toplum kuruluşları bütünleşikliğinde çalışmak gerekmektedir.

Disiplinlerarası dolayısıyla sektörler bütünlüğünde her açıdan tarımın desteklenir ve özendirilir olması, tohumdan vergiye kadar her bir konunun tek tek değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye’de nitelikli insan gücü açısından bir gerileme yaşanmaktadır. Nitelikli insan gücü ne kadar tatminkâr bir düzeyde ise toplumun ve devletin dayanıklılığını artırır onu güçlü yapacağı bilinmektedir.

Yetiştirdiğimiz insan gücü dış ülkelere giderken niteliksiz insan gücü ülkeye artan oranda gelmektedir. Hızlı artan nüfusla beraber talebin de artıyor olması dolayısıyla ekonomik sürdürülebilirlik ile sosyo-kültürel sürdürülebilirlik arasında bütünleşik ilişki kurmak gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Nüfus politikaları ülkelerin sağlıklı yönetimi açısından her zaman stratejik düzeyde önemli olmuştur. Nüfusun yaşlanmasını da dikkate alarak nitelikli genç nüfusu artırmak için planlamalar yapılmalıdır.

Akademik hayatı geliştirecek bilimsel çalışmalar dikkate alınmalı ve dünya ile her konuda rekabeti kendi ülke topraklarımızdan da gerçekleştirecek bilimsel çalışmalara idari kademelenmede destek verilmelidir. Ekonomik gelişmelerdeki istikrarı sağlamak her yönde iyileşme sağlayacaktır.

Toplumsal fayda ve başarı için her sektörde ve konumuz itibarıyla tarım sektöründe insan, örgüt veya kurumsal yapı etkileşimi sağlıklı bir şekilde yürütülmelidir. Aslında en büyük ve kapsayıcı sosyal güvenlik kurumu, sosyal baskılara azaltan dayanışma duygusu içinde yürütülen bir sistem bütünü olan tarım sektörüdür. Toplumsal huzur ve sürdürülebilir devlet yönetimi için, tarım sektörüne önem verilmeli ve kalkınmanın temel itici gücü olmasının gerekleri yerine getirilmelidir.

Tarımda da dışa bağımlı bir toplum haline gelinmiştir. Tüketicinin satın alma gücü üzerinden yurtdışındaki çiftçinin mali gücü yükseltilirken çiftçimizin mali gücünün gerilemesi hatta ortadan kaldırılması bağlamında tarımsal faaliyetlerinden uzaklaştırılması ve kente göçe zorlanması etkileri tüm toplumu yoksullaştıran bir dışsallık yaratmaktadır.

Tarım sektöründe yaşanan olumsuzlukları, sosyo-ekonomik ve siyasal bütünlük içinde düşünmek gerekmektedir. Dünyada gıda fiyatları artmaz ya da çok az artarken Türkiye’de ortalama enflasyonun üzerinde artış göstermektedir. Uluslararası piyasada oluşan herhangi bir ucuzlama başta tarımsal girdiler olmak üzere hiçbir üründe fiyat düşüşü oluşturmamaktadır. Bunun ana nedenlerinden birisi de,  uygulanan ekonomi politikaları ve tüketim odaklı ekonomi anlayışının sonucu olarak son yıllarda Türk Lirasının uğradığı değer kaybıdır. Artan enerji fiyatları ve yüksek vergi oranlarının da etkisiyle (pazarlama aşamalarında bir kısalma olmadığı sürece) yakın vadede gıda fiyatlarında normalleşme beklenmemelidir.

Mevcut olumsuzluklar sürerse ekonomik sürdürülebilirlikten sonra sosyal sürdürülebilirlik de zorlaşabilir. Unutulmamalıdır ki tarımsal üretim Türkiye benzeri toplumlarda sosyal güvenlik anlamına gelmektedir. Tarımsal üretim türlü nedenlerle azaldıkça kırsalda aileler kadar bu ailelerin kentteki uzantıları da toplumsal huzursuzluklara neden olabilecek bir yapı taşımaktadır. Tarımda sürdürülebilir gelecek için ekonomik, sosyal, politik (dış ve iç ) ve kültürel unsurların etik, açıklık, sorumluluk ve erişilebilirlik gibi önemli göstergeler içinde hareket etmesi gerekir.

Sürdürülebilirlik için çiftçinin katılımcı anlayışla görüşlerinin de yer aldığı bir modelin uygulanmasına önem verilmelidir. Tarımsal ürünün sürdürülebilmesi aynı zamanda kültürel içselleştirme ile de ilgilidir. Tarımsal sürdürülebilirlik için yeni yetişen kuşakların tarımı sevmesi, avukatlığını yapması ve tarımla irtibatını kaybetmemesi son derece önemlidir.

Endüstriyel tarım ve ona bağımlı hale gelen geleneksel tarım sürdürülebilir olmaktan hızla çıkmaktadır. Tarımın ve yaşamın olmazsa olmazı toprak, su ve hava hızla kirlenmekte ve küresel ısınma iklim mültecileri oluşturacak boyutlara ulaşmaktadır.

Günümüz küresel ilişkiler ağında,  Dünya pazarlarına ihracat yapabilmenin de, Hollanda iyi örneğinde olduğu gibi, Endüstriyel Tarımdan geçtiği göz önünde bulundurulmalıdır. Endüstriyel tarımı teşvik ya da vazgeçme kararlarının özenle incelenmesi, üretici ve toprak sahibi açısından olduğu kadar tarım işçileri açısından da sonuçlarının analiz edilerek yeniden yapılanmaya gidilmesi, yapılanmanın istihdam boyutundaki etkilerinin dikkate alınması da önemlidir. 

“Endüstriyel tarımdan vazgeçilmeli” görüşlerinin çok yönlü değerlendirilmesi ve yine üretimi artıracak yöntemler için bilimsel çalışmalar yapılmalıdır.

Endüstriyel tarıma alternatifler arasında ilk sırada agro-ekolojik tarım gelmektedir. “8 milyar insanı beslemek için endüstriyel tarımdan başka çözüm yoktur !” savına ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir. Yapılan araştırmalara göre belli bir geçiş süreci sonrasında aynı üretim rakamlarına ulaşmak mümkündür. Bugün küçük ölçekte kazanılan başarılar daha büyük ölçekli sağlıklı ve sürdürülebilir tarım için cesaret vermektedir.

Tarımda da çözüm küresel bir yaklaşım gerektirmekle birlikte yerel boyutta alınacak önlemler vardır. Gıda güvenliğini esas alan planlama ve tarimsal destekler mevcut durumu iyileştirebilmekle birlikte daha güçlü seçeneklere ve verilere ihtiyaç duyulmaktadır.

Tarımda günün getirdiği özellikle iklim değişiklikleri gibi konuları da dikkate alarak, yenilenmiş stratejilerin geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Yenilikçi ve yaratıcı üretimde iklim dostu daha az karbon emisyonu çıkışına yol açan teknolojilere yer verilmelidir.

Tarımda kalkınma ve gelişme umudunu yeniden oluşturmak için, üretici ile tüketici arasındaki iş akış aşamalarını ve zamanı kısaltmak, tarımsal üretim kooperatifleri ile gıda tüketim kooperatiflerine arasında engelsiz bir yol oluşturmak gerekmektedir.

Dünyanın rekabet halinde olduğu yenidünya düzeninin itici-çekici nedenlerinden çiftçiyi korumak amacıyla ve tarım üreticisinin faaliyetlerinde etkinliğinin sağlanmasında toplumsal –kurumsal sorumluluk bulunmaktadır. Bu bağlamda üretici korunup desteklenmelidir. Birleşmiş Milletler’in 2021 küresel beslenme raporuna göre Covid-19 salgınıyla birlikte aç insan sayısı 811 milyona çıkmıştır. Rapora göre dünya nüfusunun yüzde 10’u yetersiz beslenmektedir. BM 2030 yılına kadar gıda sorunlarının çözümlenmesini hedeflemişti ancak Ukrayna savaşı da gıda güvenliğini tetiklemiştir. Bu bağlamda bazı ülkeler Türkiye dâhil dışa tarım ürünleri üzerinden de bağımlı olduklarını fark etmişlerdir.

Avrupa Birliği ülkelerinden Fransız çiftçilerinin hükümeti protesto eylemleri ve benzeri eylemlerin Avrupa ülkelerinde birer ikişer yaygınlaşması,  tarımsal faaliyetlerdeki baskı gruplarının etkisi yönüyle dikkat çekicidir. En önemli tartışılan konuların başında hükümetin çiftçiyi mazot başta olmak üzere desteklememesi ve Ukrayna gibi dış ülkelerden “ucuz diye” tarım ürünleri getirilmesi, ithal meyvelerin ülkeye sokulması, ithalat kotaları ve ihracat ilişkileri hususlarındaki Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki anlaşmaların güncellenmeye ihtiyaç görüldüğü vb. hususlardır. Bahsedilen protesto eylemlerine girişilmesinin Türkiye açısından önemi, bu küresel etki-tepki ilişkilerinden zarar görmemesini sağlayan düzenlemelere ihtiyaç olduğudur.

Kurumsal olduğu kadar halk yönüyle de bireysel &toplumsal sorumluluklarımız bulunmaktadır ve gerekleri yerine getirilmelidir. Tarımda yaşanan sorunların çözümüne katkı sunmak tabii ki önemlidir. Ancak başta sosyolojik ve kültürel yapıdaki bozulmayı analiz edecek sosyologlar, aklı ve bilimi önceleyen ekonomistler ve karar alıcılar yanı siyaset kurumu da gerçekçi öneriler getirmelidir.

Kamu yararına çözümler üretmeye yönelik farkındalık çalışmaları, eylemlerinin etkinliğini artıracak bilimsel temelli sıkça hatırlatılan müzakere ortamları başta olmak üzere çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu tip toplantılar kişi ve kurum olarak yeni farkındalıklar yaratmak kadar, toplumsal işbirliği ve dayanışma için fırsatlar sunmaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi felsefesi itibari ile halkın örneklemidir. Oysaki mecliste Çiftçiyi temsil eden bir milletvekili grubu bulunmamaktadır. Zaman zaman fiilen tarımsal faaliyetini sürdüren temsilciye rastlanmaktadır.

Doğa kaynaklı afetlerin giderek artması ve bütün dünyayı etkisi altına alması yanında sıklaşması sömürü düzeninin geleneksel kolonyal düzende olduğu gibi yenidenuygulanacağı uzmanlarca öngörülmektedir. Bunun en güzel örneği Afrika kıtasındaki sömürü düzenidir.

Türkiye’nin başka ülkelerde ucuz emek gücü için tarımsal faaliyetler sürdürmesi, kendi topraklarının tarımsal uygulamadan çekilmesine neden olan iklim değişiklikleri başta olmak üzere değişimler, Türkiye’nin emperyalist ve sömürgeci bir ülke gibi algılanmasına ve dış tehditlere açık hale gelmesine yol açabilecek bahaneleri üretebileceği öngörülmelidir. Tarım topraklarının çeşitli nedenlerle tarımsal kullanımdan çekilmemesi için toplumsal bir duyarlılık iklimi yaratılmalıdır.

Günümüz dünyasında propaganda önemli bir konudur. Propaganda çeşitlerine bağlı olarak toplumun kalkınması sağlanabileceğini gibi çöküşü de hazırlanabilir. Teknoloji, yapay zekâ gibi unsurlar toplumun farkındalığını arttırmak kadar fark etmemesini sağlamak için de bir araç olarak kullanılabilir. Bu nedenle demokratik katılımcı yapıların bütün kurumlar için işlevselliğini sağlama ve yaygın etkisini artırma için medya güvenliği ve güvenirliliği çok önemlidir, Özellikle tarımın insan yaşamındaki önemi konusu olumlu yönde işletilmelidir.

Toplumsal ilişkilerde davranışların kelimelere aktarılmasındaki isabetli yaklaşımlar da öğretici olabilir. Örneğin, “Hoşgörü” sözcüğü yerine, “Eşgörü” sözcüğünü kullanmanın daha uygun olduğu önerilmiştir. Karşımızdakine değer verme toplumsal sorunların çözümünde önemli bir bakış açısıdır. 

Teknolojik gelişmelerin yol açtığı yapay zekâ gibi yenilikçi yapılardan, toplumsal kalkınma için yararlanılabilir. Bilimsel gelişmelerin hızı ve yönü dikkate alındığında tarım ve gıda konusundaki olumsuz gelişmelerin üstesinden gelmeye yardımcı olabilecek ortaya konabilir. Şu an için ütopik görünse de insanların genetik yapısıyla uyumlu özelliklere sahip bitkiler uygulamaya kazandırılabilir. Canlıların fotosentez yapabilme ve yaşamını devam ettirebilme özelliklerinden yararlanılarak besin üretebilme yeteneğiyle “Foto İnsan Modelini” Türk bilim insanları çalışır ve bu konuda buluş yapılabilirse gıda arzı konusunda ülke ve dünya ölçeğinde olağanüstü bir fayda yaratılmış olabilecektir.

Bugünün teknoloji destekli dünyasında yapay zekâ ve yüksek teknolojileri kullanarak gerek insan varlığının, gerekse flora ve faunanın sürdürülebilirliğini sağlayacak mekanizmalar önem taşımaktadır. Tarihte fotosentez süreçlerinde kendi içinde hayvanlar ve bitkiler aracılığıyla oluşan dengeyi suni bir şekilde sağlamadüşüncesinin hayata geçirilerek gıda savaşlarının bitirileceği ve canlı varlıkların kendi vücudunda protein, yağ ve karbonhidrat üreterek fayda yaratacağı fikri ütopik iddia olmaktan öte uygulamada küresel bir zarara dönüşebilir mi? Aynı anda risk analizinin teorik çalışması önem taşımaktadır.

Tarım ürünlerindeki artışın, nüfus artışına yetişememesi bağlamında (Malhtusçu görüş), Nüfus politikaları kadar, tarım ve sürdürülebilir gelecek için yeni yöntemler geliştirilmesi önem taşımaktadır. Mevcut durumda endüstriyel tarım etkili bir yöntem gibi görünmektedir. Ancak bu konuda bir uzlaşma bulunmamaktadır. Tarım adına tatminkar düzeyde ölçülemeyen mevcut verileri, “vekil veri/proxy data” olarak değerlendirerek başarı ve/veya başarısızlığa neden olan hususları araştırmalarla kontrol ederek tarım lehine sonuçlar çıkarmanın gerekliliği önemli bir gündem konusu haline gelmiştir. Yine doğanın zorlanması da ayrı bir sorun alanı olarak görülmelidir. Ürün çeşitliliğini iklim değişikliğiyle birlikte düşünmek, ekolojik dengeyi korumak gerekmektedir.

Teknolojik gelişmeler, kendi yarattığı sorunların yanı sıra tarım dâhil her konuda çözümler sunmaktadır. Bazıları zor hatta hayalî görünse de tarım dâhil her alanda geleceğe umutla bakmayı sağlayan, devam eden gelişmeler bulunmaktadır. Nitekim Endüstri 4.0’dan sonra “insan ve doğa odaklı” yapay zekâyı yönetebilen süper akıllı toplum, Toplum 5.0 olarak isimlendirilmiştir. Yapay zekâ başta olmak üzere ulaşılan teknolojik düzeyin toplumu ve doğal kaynakların sürdürülebilirliğini dikkate alması toplumsal talebe dönüşmüştür. Tarım sektörü de doğa merkezli akılcı yaklaşımlar ile ilişkilendirilmektedir. Nitekim günlük kullanıma “akıllı tarım” kavramı girmiştir.

Akıllı kentler yaklaşımına da hizmet eden, “akıllı tarım” uygulamaları görünürde de açıkça fayda sağladığından giderek özellikle üniversite düzeyinde teknik-fen eğitimi alan ve çiftçilik faaliyetlerini seçmiş kişilerce, başka bir ifadeyle mühendis-çiftçilerce geliştirilmektedir. Elleri bilgisayar klavyesinde ve ayağı toprağa basan çiftçiler sayesinde tarımda yenilikçi işgücü potansiyeli yaratabilecek bir evrilme hedeflenmelidir. Oysaki tarımdaki işgücü azalmaktadır. Kırsal alanda gerçekleşen ürün ve insan kaynağı erozyonunun bilgi destekli aşılabilirliği öngörülmektedir. Teknolojinin bizzat kendisi de bazen kaotik ortamlar yaratabileceğinden, tarımda teknolojik gelişmelerdeki iyi örnekler paylaşılarak risklerin aşılabileceği bilinmektedir. Teknolojik yenilikler yardımıyla traktörü “akıllı hale” getirme, toprağın ihtiyacına göre, yabancı ot temizleme, gübre gerektiren yerlere takviye gibi, uygulamalarla gelişmeyi sağlayacak çalışmaların yapılabilirliğinden bahsedilmektedir. Bu şekilde kimyasal madde ve kıt kaynak durumuna gelen su kullanımını da israf düzeyinden kurtararak azaltma mümkün olabilmektedir.

Hayvancılığın da geliştirilmesi ve hayvancılığa destek verecek tarımsal ürünlerin üretilmesine önem verilmesi ayrıca üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Yenilikçi zihinlerin desteklenmesi, başarılı uygulamalarla zihniyet değişikliğinin hızlandırılması, eski usullerin iklim değişikliği koşullarında artık yetersiz kalarak çiftçiyi zarara uğratması ve toplumsal zarara neden olmasına da dikkat edilmesi gerekmektedir.

Yukarıda yer alan bir kısmı Türkiye’de yaşanan bir kısmı da tehdit olarak algılanan konuların fütüristik (gelecek için olumlu )senaryo içinde risk analizlerine konu olması ve önleyici eylem planlarının uygulanması önem taşımaktadır. Bu nedenle bilimsel çalışmalara önem verilmesi, disiplinler arası çalışmalarla daha geniş boyutta farkındalıkların arttırılması önemlidir

Konuşmacılar, Yönetim ve Edit:

Prof.Dr. Tayfun Özkaya

Prof.Dr.Yaşar Uysal

Özcan Kokulu- Gödence Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı

Kayhan Kavas- Önceden Mahalli İdareler Genel Md. , Vali

Adnan Serpen -Veteriner Hekim

Ahmet Tomar-Yüksek Ziraat Mühendisi

Prof.Dr. Özlem Çakır

Lütfiye Kader- Uzman Öğretmen Fen Bilimleri

İlhami Aslan TRT basın

Orhan Kozan- Zirve Dağcılık İhtisas Spor Kulübü Başkanı

Prof.Dr.Ömür Timurcanday Özmen

Prof.Dr.Zerrin Toprak Karaman

Categories: