4 MAYIS 2024 TARİHLİ COĞRAFYANIN ÖNEMİ, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE DAĞLIK ALANLAR TEMALI TOPLANTI RAPORU

4 MAYIS 2024 TARİHLİ COĞRAFYANIN ÖNEMİ, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE DAĞLIK ALANLAR TEMALI TOPLANTI RAPORU

Dağlık Alanlarının Sürdürülebilirliği ve Yönetişimi Derneğimiz, Aralık 2013 yılında kurulmuştur. 10 yılı aşan kutlamalarımız kapsamında bugün Coğrafyanın Önemi, İklim Değişiklikleri ve Dağlık Alanlar konusunu Türkiye üzerinden özellikle değerlendirmek istiyoruz. 

Katılımcılarımıza her birine şahsım ve Dernek üyelerimiz adına ayrı ayrı teşekkür ederim. 

Başlangıç Konuşmacılarımız: Toplantı moderatörü: Prof.Dr. Arife Karadağ 

Kürsü Konuşmacıları 

Prof.Dr. Ruşen KELEŞ 

Prof.Dr. Füsun BAYKAL 

Prof.Dr. Murat HATİPOĞLU 

Prof.Dr. Tanju TOSUN 

Dr. Emin KOÇ 

Prof.Dr. Uğur ÖMÜRGÖNÜLŞEN

Aysan SOYLU 

Toplantının Konusu, Tarih ve Yer

Coğrafyanın Önemi, İklim Değişikliği ve Dağlık Alanlar, 4 Mayıs 2024, İzmir

Toplantı İçeriği 

Dağlık alanlarda iklim değişikliği ve coğrafyanın önemini ele alan bu interaktif toplantının içeriği çok yönlü güncel konularla ilgilidir. Başta dağların doğal coğrafya özelliklerinin (su, bitki örtüsü, yükselti, iklim vd) buralarda yaşayanların kimliği, ekonomisi, hatta siyasi davranışlarına etkisi; dağlardaki zenginliklerin kırsal yaşamlar kadar dağ dışındaki ortamlarda yaşayanları da doğrudan ilgilendirdiği; değerli taşların yer aldığı bu coğrafyaların daha da önemli hale geldiği; Türkiye’de dağlık alanların kamu politikasındaki yeri; dağları ve çevresini tanımada coğrafya eğitiminin önemi, idari coğrafyanın bir ders olarak okutulmasının gerekliliği gibi Türkiye’nin kamuoyu gündeminde pek yeri olmayan bu kritik konular, konuşmacılar ve alanlarında uzman katılımcılarla birlikte interaktif biçimde değerlendirilmiştir.

Coğrafya Nedir?

Coğrafya yeryüzü, ilişkiler ise fiziki coğrafyanın birimleri, elemanları ve olayları; beşeri coğrafyanın insan ve faaliyetleri arasındadır. Ancak günümüzde neden-sonuç ilişkilerinde çoklu faktörlerin rol oynaması, coğrafyanın bu iki temel disiplinine ait konuları birbirinden ayırmanın anlamını azaltmıştır. Sözgelimi doğal ve kültürel peyzajların oluşumları, geçirdiği aşamaları ve dağılışlarını birkaç faktörle açıklamak mümkün değildir. Kısacası modern coğrafya bugün, karmaşık ilişkiler ağını mekân eksenli olarak araştırmaktadır. Daha açıkçası, coğrafi mekânlardaki doğal ve kültürel süreçler ile sosyo-mekânsal sistemler, kalıplar, etkiler ve etkileşimlerin analizi ve sentezi bir arada yapılmaktadır. 

Prof.Dr.Gözde Emekli 

Coğrafya, en basit tanımıyla insan ve mekân ilişkilerini inceleyen bir bilim dalıdır. Diğer bir ifadeyle coğrafya yeryüzünü insanın yaşam alanı olarak araştırmaktadır. Erinç (1973), coğrafyayı;  mekân (yer) üzerindeki bölgeleri, doğal sistemleri,  insanları ve kültürel aktiviteleri inceleyen ve bütün   bunlar arasındaki ilişkileri araştıran bir bilim, Lacoste (1976), stratejik bir bilgi-bilim, Gregg ve Leinhardt  (1994) ise yeryüzündeki olayların tarihsel gelişimi ve dağılışı ile ilişkilendiren bir bilim şeklinde tanımlamışlardır.  Aynı şekilde “coğrafya birbirinden farklı doğal beşeri, ekonomik, tarihi ve sosyal ortam ve olgulardan kaynaklanan karmaşık sorunları, kendi ilke ve yöntemlerine uygun olarak araştırmaktadır.

Yöntem olarak diğer bilim dallarından farklılıklar gösteren, alan araştırmaları, gözlem, görüşme, anket uygulamaları sonucunda elde edilen verilerin harita, resim, diyagram ve grafiklerle neden-sonuç ilişkisi ve dağılış ilkeleri ile çok boyutlu olarak sunabilen coğrafyaya ilgi giderek artırmaktadır.

Coğrafyada konu, yöntem ya da yaklaşım ne olursa olsun mekân her zaman önem taşımakta, coğrafyanın araştırma konularını çeşitlendirirken genellikle fiziki ve beşeri coğrafya olarak iki temel alana ayrılarak irdelenmektedir. 

İnsan ile çevrenin karşılıklı olarak birbirini ne şekilde etkilediği coğrafyanın ve coğrafyacının temel çıkış noktasıdır (Erinç, 1973). İnsanın mekânı kullanma ve düzenlemesinde ekonomik, toplumsal ve siyasal faaliyetlerin etkili olduğu bu nedenle beşeri coğrafyanın oldukça dinamik ve güncel bir çalışma konusu olduğu bilinmektedir. Önceki yüzyıllarda yerbilimi (fiziki coğrafya) ile gelişen coğrafya günümüzde kültür-çevre ya da insan-çevre konuları ile dikkat çekmektedir

Doğal çevre unsurları ve olayları fiziki coğrafyanın, mekân-insan ve insanlar arası (kültürler arası) ilişkiler beşeri coğrafyanın ilgi alanı iken fiziki ve beşerî yönleri birlikte düşünüldüğünde; coğrafya disiplinler arası hatta Disiplinlerötesi bir geleneğe sahiptir, coğrafi bilgiler arasında keskin sınırlar çizmek oldukça güçtür.

Prof.Dr. Zerrin Toprak Karaman 

Coğrafyanın tanımını oluşturan ve yukarıda belirtilen özelliklerinin önemine vurgu yapılarak, Floransa Sözleşmesi olarak da bilinen, Avrupa Peyzaj Sözleşmesi (ETS No:176) gibi, uluslararası düzenlemeler geliştirilmiştir. Sürdürülebilir gelişmenin sağlanmasının, sosyal ihtiyaçlar, ekonomik faaliyetler ve çevre arasındaki ilişkinin dengesine ve uyumuna dayandığı vurgusuyla; Peyzajın; kültürel, ekolojik, çevresel ve sosyal alanlarda kamu yararı taşıdığı; ekonomik faaliyetler için uygun ve korunması, yönetimi ve planlaması iş olanakları yaratılmasına katkı sağlayabilecek önemli bir kaynak oluşturduğu not edilerek coğrafyanın ilgi alanlarının önemine farklı takdimler geliştirilmiştir. Nitekim Peyzajın yerel kültürlerin yönetimine önemli bir katkısı olduğu her yerdeki insan için: kırsal ya da kentsel alanlarda, yüksek kaliteli olduğu kadar bozulmuş alanlarda, sıradan olduğu kadar sıra dışı güzellik olarak tanımlanmış alanların da yaşam kalitesinin önemli bir parçası olduğu; Tarımda, ormancılıkta, endüstride, madencilikte, üretim tekniklerinin ve bölge planlamasında, kent planlamasında, ulaşımda, altyapıda, turizm ve rekreasyonda ve daha genel bir düzeyde dünya ekonomisindeki değişimlerin birçok durumda peyzajların dönüşümünü hızlandırdığını not ederek; Toplumun yüksek kalitedeki peyzajları sevmek ve peyzajların gelişmesinde aktif olarak yer almak isteğini karşılamak yanında; Peyzajın bireysel ve sosyal refahın en önemli öğesi olduğuna ve bunun korunmasının, yönetiminin ve planlamasının toplumdaki her kesin hak ve sorumluluğu olduğuna inanmak gerektiği ilkesel bir Avrupa Konseyi kararına dönüştürülmüştür. Bilindiği gibi Türkiye Avrupa Konseyinin kıdemli bir üyesi olarak Peyzaj Sözleşmesine taraf olmuştur.(Yürürlüğe giriş, 01.03.2004) https://www.coe.int/en/web/conventions/full-list?module=signatures-by-treaty&treatynum=176

 Coğrafya eğitimi, disiplinlerarası bir çalışma ve entelektüel düşünmeyi gerektirir. 

Coğrafya bilimi küresel, bölgesel ve yerel gündemi takip eder, güncel sorunlara ilgi duyar ve şu temel konularda ilgili araştırma alanları kapsamında bilgi verir:

Küresel ilişkiler ağında doğal döngünün ve toplulukların değişimi, dönüşüm süreçleri ve sonuçlarını fiziki ve beşeri coğrafya alt dallarıyla karşılaştırmalı analiz etme,

Coğrafi mekânı şekillendiren dinamik güçlerin coğrafi alan tüketimi ve risk altındaki bölgeler yaratmada rolü ve önemini ortaya koyma,

Toplumsal ve mekânsal hareketliliği (yer değiştirme) anlamada göç coğrafyası ve turizm coğrafyasından yararlanma, 

Küresel iklim değişikliği ve doğal afetlerin nedenleri, kültürel tercihler üzerindeki etkileri ve sonuçlarını klimatoloji ve doğal afetler coğrafyası ekseninde tartışma,

Pazar hâkimiyeti, baskı, kontrol, siyasi irade ve uluslararası ilişkileri açıklamada siyasi coğrafyadan yararlanma,

Yönetimsel sistemlerin oluşumu, devamlılığı ve sonlanmasının arka planındaki nedenleri siyasi coğrafya, seçim coğrafyası ve idari coğrafya yaklaşımlarıyla açıklama,

Çevresel algı, çevreyi kullanma ve koruma pratiklerini kültürel coğrafya, kültürel ekoloji ve davranışsal coğrafya yaklaşımlarıyla ele alma,

Kırsal ve kentsel yerleşimlerin sosyo-mekânsal analizi, kentleşmenin doğal kaynaklar üzerindeki etkileri analiz etme,

Dünyada salgın hastalıkların nerede, neden, nasıl sorularına yanıt verebilmek üzere sağlık coğrafyası ve medikal coğrafya yaklaşımlarından yararlanma,

İdeolojiler ve inançlar bağlamında kültürel kimliklerin coğrafi mekânla ilişkisini kurma,

Coğrafi araştırmalarda Coğrafi Bilgi Sistemlerini kullanma vd.

Dağlık Alanlar Türkiye’si 

Türkiye bir dağlık alan ülkesidir. Hukuki bir dağ tanımı bulunmamaktadır. Türkiye’nin toplam 782.219,7269 km2 alanında, dağlık alanlarının 583.770,9139 km2 başka bir ifadeyle %74,63’ü dağlık alandır. Ülkemiz topraklarının %50’sinin 1000 metre,  2/3’ü ise 500 metrenin üzerinde ve ortalama yükseltisinin ise 1141 metre ile Asya Kıtasından fazla olduğunu çalışmalar ortaya koymuştur. Ayrıca önemle belirtmek gerekir, Katılım Öncesi Yardım Aracı Kırsal Kalkınma Programı IPARD Programlarının (2007-2013), (2014-2020) uygulamaları kapsamındaki projelerde, 

1000 metre rakımdan yüksek ya da rakımı 500-1000 metre arasında ve eğimi ise %17’den fazla olan alanlar, dağlık alanlar olarak tanımlanmıştır. 

Görülen o ki, tartışmaya açık ve netleştirilmemiş göstergeler üzerinden sadece Avrupa Birliği projelerine özgü çalışmalar, idari olarak uygun değildir ve Türkiye’nin üzerinde uzlaşılmış hukuki bir dağ tanımına acilen ihtiyacı bulunmaktadır. 

Dağlar, Dünya kara yüzeyinin yüzde 27’sini kaplamaktadır. Dünyada biyoçeşitlilik açısından en zengin 34 alandan 25’i dağlarda bulunmakta ve dağlar insanlığın yarısı için önemli su kaynaklarını barındırmaktadır. Ancak iklim değişikliği ve insan faaliyetlerinden kaynaklanan risklerdeki artış, dağların fiziki coğrafyasını, kırsal yaşamları ve sonuçta gezegenimizi tehdit etmektedir.

Dağlık alanlarda, doğal kaynakların sürdürülebilirliği ile bağlantılı görülen,  beşeri ve toplumsal sermayenin gelişimini sağlamada, kamu yönetimlerinin hassasiyet göstermelerini teşvik amacıyla da, Birleşmiş Milletler Teşkilatı 2002 yılını resmi olarak “Uluslararası Dağlar Yılı” olarak ilan etmiştir. Bu şekilde dağlık alanların önemine dünyanın ilgisi çekilmiştir. Türkiye’nin ilgisi “dağlara” idari olarak çekilememiştir. Türkiye’de kamu yönetimi teşkilatlanmasında “Dağlık Alan Yönetimi” yerine çığ ve heyelan konularında etkili  “Dağlık Alan Yönetimi Şube Müdürlüğü” birimin kurulması, en son yapısal değişiklikle bu  birime, Tarım ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Toprak Muhafaza ve Havza Islahı Dairesi Başkanlığı içinde yer verilmesi, dağların arka planda kalan ve etkin olmayan bir yönetimle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

Dağlarımız kontrol edilemeyen güvenliksiz mekânlar olmamalıdır. Konunun özü de buradadır. Dağların kamu, özel ve sivil farkındalığı ve bütünleşik yönetişimi içinde kontrolü idari olarak yapılandırılacak katılımcı modellere dayandırılmalıdır. 

Dağlık alan yerleşiği olarak dağ köylüsü resmi belgelerde veya raporlarda bu “adla” tanımlanmadığından ulusal ve uluslararası düzeyde görünür değildir. 1982 Anayasasında “Orman ve Orman Köylüsü” olarak tanımlanmıştır. Oysaki, idari değişimlerle de “belediyelerin kırsal mahallelerine” (2021 yılı ) dönüşmüş,  kendi var ama adı yok hale gelmiştir. Coğrafi olarak dağlar, kara ve kıyı sınırlarında yer alma ve konumuna göre sınır aşan dağlar özelliği taşıma yönüyle de stratejik alanlardır. Türkiye’de gerek taşıdığı imkân ve araçlar gerekse lojistik önemi açısından dağların, idari açıdan merkez konumuna alınması önem taşımaktadır. Gerek etkin dağ yönetimi açısından ve gerekse Avrupa dağlık alan belediyeleri ile sınır ötesi işbirliğini de kolaylaştıracak “Dağlık Alan Belediyeler Birliği” gibi yapılanmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Toplumsal algıyı güçlendirmek için takvimlere de 11 Aralık Dünya Dağlar Günü olarak işlenmelidir. 

Kamu düzeni açısından dağlık alanların hukuk ilişkisi çok önemli ve geliştirilmeyi gerektirmektedir. Birçok konunun çözümünde dağlık alanların hukuksal analizi önemli olup, bu konular ayni zamanda nüfus dengesi, yaban hayatı korunması, kültür ve tabiat varlıkları gibi konularla yakından ilişkilidir. Katılımcı bir dağlık alan yönetimi modeli geliştirilmelidir. Dağı dağ yapan sadece fiziksel özellikleri değildir ayrıca diğer kültürel ve doğal miras açısından da değerlendirilmesi gerekir. Toplum talep ederse hukuk bu gelişmelerden etkilenebilir 

Dağ yönetiminin, orman yönetiminden ayrı tutulması ve seçilmiş özellikli dağlar için, özel bir yönetim birimine dönüştürülmesi gerekliliktir. Nitekim uluslararası çalışmalarda da dağlık bölgeler konusu insan hakları ve yüksek çevre kalitesini sağlama ortaklığında yer almaktadır. Dağlarımız maden ve doğa zenginliğine sahiptir. Kamu politikalarında dağlarımızın görünür hale getirilmesi önemlidir. Dağlık alan etkin yönetimi olmadığı için ormanları yakıp taş arayanlar da bir sorun alanıdır. Yer altı zenginliğimiz heba olmaktadır. Uzmanlarımızın çalışmalarını dikkate alarak gerekli bilimsel çalışmaları gerçekleştirmek önem taşımaktadır. 

İklim değişikleri bağlamında, dağ ve dağlık alanlar afet yönetimi açısından da çok öneme sahiptir. Giderek dağ yerleşikliğinin artması, dağlarda meydana gelen afetlere müdahaleye uygun etkin planlamalar ve araziye uygun kullanımda ergonomik araç, gereç ve iş makinaları tasarlanması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. 

Kıymetli taşlara sadece süs taşı olarak değer verilmemelidir.  Örneğin bilinen en sert materyallerden olan Elmas yüksek dozda radyasyondan etkilenmediği gibi,  bağışıklık sistemini de tetiklememektedir.  Mükemmel bir iletken olan elmas, iyi bir ısı yansıtıcı ve en iyi saydam maddedir. İnşaat mühendisliği, nükleer mühendislik ve tıp alanında da kullanım alanı bulunmaktadır. Uzmanlarımızın bilimsel çalışmaları önemsenmelidir. 

Prof.Dr. Ruşen Keleş

İl Olmada Aranan Ölçütler

İlçelerin il olmasında aranan ölçütler çok genel çizgileriyle Anayasanın 126. Maddesinde gösterilmiştir. Ekonomik koşulların ve kamu hizmetinin gerekleri yanında, coğrafya durumu da bunlar arasındadır. Ne var ki, bu ölçütlerden her birinin ayrıntılı bir biçimde tanımlanmamış ve içeriklerinin belirlenmemiş olması, siyasal iktidarların, il olma yarışındaki ilçeleri kimi zaman partizanca ve keyfi yaklaşımlarla ödüllendirebilmelerine fırsat vermektedir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de, il olmak için kuyrukta bekleyen çok sayıda ilçenin il yapılabilmesinde çağın gereklerin uygun düzenlemeler yapılabilmesi, aralarında coğrafi durum da dâhil olduğu halde Anayasa’daki ölçütlere nesnel ve rasyonel içerikler kazandırılmasına bağlıdır. Bunun da yolu, İçişleri Bakanlığı’nın, ilgili bakanlıklarla, bilim ve araştırma kuruluşlarıyla, meslek odalarıyla yakın bir işbirliği içinde bu ölçütlere nesnel ve güven verici bir nitelik kazandırmak üzere çalışmalar yapmasıdır. 

Dr. Emin Koç

Dünya coğrafyasının çok önemli bir kısmını dağlar oluşturmaktadır. Dağların mitolojilere dahi konu olan önemi ve hayata kaynaklık etme işlevi günümüzde yeterince dikkate alınmamaktadır. Bu nedenle dağlık alanların korunması kent hayatının korunmasını da sağlayacak ve doğal hayat, bitki örtüsü, gıda güvenliği, nüfus dengesi, alt yapı yetersizliği vb. her türlü sorunun çözümü dağlara has bir yönetim modelinin benimsenmesi ile mümkün olacaktır. Bu yönetim modelinin belirlenmesi ise öncelikle olarak bir dağ mevzuatının oluşturulması ile mümkündür. Hukukumuzda bağımsız dağ mevzuatı olmadığı gibi var olan düzenlemelerimizde de dağ, dağlık alan vurgusu yok denecek kadar azdır. Bağımsız bir dağ mevzuatının veya konu özelinde (dağlık alanlara has) mevzuat çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Mevzuatın oluşturulmasının yanı sıra dağlık alan yönetimi ile yetkili ve görevli bağımsız idari birimlerin kurulması gerekmektedir. Bu idari birim/birimler merkezden yönetim içerisinde olabileceği gibi yerinden yönetim ilkesine uygun bağımsız bir kamu tüzel kişisi şeklinde de olabilir. Dağlık alanların toplu ve bireysel kullanıma tabi olması mümkündür. Kamu malları hukukunun temel ilkeleri dağlık alanlar için geçerli olsa da dağlık alanlara has özel ilkeler ve düzenlemelerin gerekliliği de mutlaktır. Ayrıca bu alanların zenginliğine binaen bireysel kullanım olanakları tartışılmalı ve çeşitlendirilmelidir. Bu kadar büyük bir coğrafi alanının sosyal, kültürel ve iktisadi getirisi/olanakları dikkate alınmalıdır.

Prof.Dr. Murat Hatipoğlu

Kıymetli taşlar ülkemizin zenginliğini oluşturan kaynaklardır.  Jeolojik devirlerin ve oluşumların bütün safhalarına/evrelerine tanıklık eden Türkiye’nin yer altı ve yer üstü zenginlikleri bu nedenle zengin ve çeşitlidir. Mavi safirimiz bile var. Yakutumuz vb kıymetli ve yarı kıymetli taşlar zenginliğimiz olarak bilinmemektedir. Hatta “Gem Safari ( Dağlarda süs taşı arama ve çıkarma hobisi) turizmi için dünyada çok önemli bir aktivite imkânı yaratmaktadır. Ayrıca taşların listesi ve akreditasyonu tam olarak yapılmış değildir.  

Ülkemiz dağları bilinen haliyle 45 tip değerli süs taşı başka bir ifadeyle endemik sadece Türkiye’de dağlarında bulunan ender taşlar içinde 6 taş : Gem Diaspor (Diaspor kristali de, dünyada sadece Türkiye’de çıkarılan değerli taşlardan. 9 farklı renk geçişiyle göz kamaştırmakta ve mücevher sektöründe pırlantaya alternatif olarak gösterilmektedir. Diaspor kristali, dünyada sadece Muğla’nın Milas ilçesindeki madenden çıkarılmaktadır.)Mor Jade (Türkiyenit), Kammererit (Anatolit), Maun şeritli Obsidyen, Karbon Karası (Oltu Taşı) ve Sepiolit (Lületaşı) olarak bilinmektedir. Değerli süs taşlarımızın toplam vergi değeri yaklaşık 50 milyar ABD doları civarında tahminlenmektedir. Türkiye’de çıkarılan  16 taşa sadece Türkçe isim verilmiştir. Bu 16 taş; elmas, yakut, zümrüt, akik, zebercet, necef taşı, inci, mercan, oltu taşı, lüle taşı, sedef, fildişi, kehribar, taşlaşmış ağaç ve mihenk taşıdır. Görüldüğü üzere çok zengin değerli taş kaynaklarımız bulunmaktadır. Birçok kıymetli taşımızın varlığına karşılık ancak 8 taş  tanınmaktadır ve bu nedenle vergi kaynağımız da sınırlı kalmaktadır. Bu 8 taş ise Elmas, Pırlanta, Yakut, Safir, Zümrüt, Topaz, Zebercet ve İncidir. Ülke zenginliğimiz,  marka değeri olan taşlar ihmal edilmektedir.  

Prof.Dr. Füsun Baykal 

Dünyamız bugün iklim değişikliği, doğal afetler, salgın hastalıklar, gıda ve enerji krizleri, nüfus artışı, su kıtlığı ve çölleşme, biyolojik çeşitlilikte kayıplar, ekosistemlerin bozulması, göç ve sağlıksız kentleşme gibi çok sayıdaki sorunla karşı karşıyadır. Bu sorunlardan en çok etkilenen yerlerin başında dağlık bölgeler ve yerleşikleri gelmekte, kırsal yaşamları tehdit eden sorunların ana kaynakları şu gruplara ayrılmaktadır:

 (ı) Dağlara göç, (ıı) Dağlardan dışarıya göç, (ııı) Ekonomik yoksunluklar, (ıv) Teknik ve sosyal altyapıda hizmet yetersizlikleri, (v) İklim değişikliği ve doğal afetler vd. Bütün bu sorunlar; göç, nüfus, kırsal- kentsel yerleşim, kültür, ulaşım, enerji, tarım, turizm, jeomorfoloji, iklim, doğal afetler vd. temelinde coğrafi disiplinler tarafından araştırılmaktadır. Küresel iklim değişikliği ve doğal afetlerin dağ ortamlarını ve dağ topluluklarını ciddi şekilde tehdit ettiği ve olumsuz etkilerin (buzulların erimesinin geçim kaynaklarını daraltması, ekstrem iklim koşullarının su kaynaklarının azalmasına yol açarak dağ tarımını geriletmesi vd.) gelecek yüzyılda daha da kötüleşeceği öngörülmektedir (olumsuz senaryo). 

Aynı zamanda bu olumsuz etkiler, dağların aşağı kısımlarında yaşayanlar tarafından kullanılan kaynakların kullanılabilirliğini ve miktarını da değiştireceğinden çok geniş bir coğrafyada, çok katmanlı, birbirini tetikleyen ciddi sorunlar çıkabilecektir. Diğer taraftan, Pandemik hastalıklardan kaçış, güvenli ve sağlıklı ortam arayışları, aktif ve kişiselleştirilmiş tatillerin yükselişe geçmesi, insanların dağlara olan ilgisini artırmakta, dışardan dağlara göçün kırsal yaşamları nasıl etkileyeceği konusunda olumlu görüşler de bulunmaktadır ki dağlarda yeni sakinleri karşılamaya ve yeni hizmetler geliştirmeye odaklanılması gerektiği ileri sürülmektedir. Bu noktada dağların geleceğini düşünmek, yalnızca dağlarla sınırlı kalmamalı tüm yeni gelişmelere küresel perspektiften bakılmalıdır.

Doğan Albayrak : Makine Mühendisi

Coğrafya, insanlık için sadece harita çizmek veya yerleri tanımlamak anlamına gelmez; aynı zamanda yaşamlarımızı, ekonomilerimizi ve kültürlerimizi şekillendiren temel bir faktördür. Coğrafyanın önemi, iklim değişikliği ve dağlık alanlar gibi konular, günümüzün en acil ve önemli konusudur. İklim değişikliği, dünya genelinde ciddi sonuçlara yol açan bir tehdittir. Artan sıcaklıklar, ekstrem hava olayları, deniz seviyelerinin yükselmesi ve doğal yaşam üzerindeki olumsuz etkileriyle, iklim değişikliği gezegenimizin dengesini ciddi şekilde bozmaktadır. Coğrafi konumlarımız, iklim değişikliğinin etkilerini farklı şekillerde deneyimlememize neden olur; bazı bölgelerde kuraklık ve su kıtlığı artarken, diğer bazı bölgelerde sel, su baskınlarıyla karşılaşılmaktadır. Dağlık alanlar, dünyanın ekosistemleri açısından kritik bir rol oynar. Bu bölgeler, su kaynaklarının kaynağı olarak hizmet eder, biyolojik çeşitliliği korur ve birçok türün yaşam alanıdır. Dağlık alanları iklim değişikliğinden etkilenmektedir. Artan sıcaklıklar, buzulların erimesi ve doğal afetler, bu alanlardaki ekosistemleri özellikle de dağ yerleşiklerini, tarım ve su kaynaklarını da olumsuz etkilemektedir. 

İklim değişikliğiyle mücadelede ve dağlık alanların korunmasında, uluslararası işbirliği ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri büyük önem taşımaktadır. Eğitim, bilinçlendirme ve çevresel koruma çabaları da bu süreçte kilit rol oynamaktadır. Yerel topluluklarla işbirliği yaparak, bu bölgelerin sürdürülebilir kullanımını teşvik etmek ve ekosistemleri korumak da önemlidir. Dağlık ekosistemler, yüksek rakımlı alanlarda bulunan ve diğer ekosistemlerden belirgin şekilde farklılık gösteren çeşitli bitki ve hayvan türlerini barındıran habitatlardır. Bu ekosistemler, dünyanın biyolojik çeşitliliğinin önemli bir parçasını oluşturur ve birçok önemli ekolojik rolü üstlenmektedir.

Sonuç olarak, dağlık ekosistemler dünyamızın önemli bir parçasını oluşturur ve biyolojik çeşitliliğin korunması açısından büyük önem taşırlar. Ancak iklim değişikliği gibi küresel tehditler, bu ekosistemleri ciddi şekilde etkiler ve koruma çabalarını daha da acil hale getirir.

Hatice Suna Kocagül; İzmir Valiliği İl Sosyal Etüd Proje Müdürü, İl GAMER Müdürü

İdari coğrafyanın kamu yönetimi müfredatına alınması konusunu kesinlikle önemlidir. Gerek güvenlik yönüyle ve gerekse afet yönetimi, kriz yönetimi yanında kültür ve turizmin geliştirilmesi, gerekse sosyoekonomik çalışmalar açısından kamu yöneticilerinin haritayı her yönüyle avucunun içi gibi bilmesi gerekmektedir Dağ farkındalığı, dağlık alanların sürdürülebilirliği ve yönetişimi ile ilgili bu zamana kadar değerli hocalarımızın çalışmaları sonucu ortaya çıkan müktesebat değerlendirilerek daha geniş bir çalışma ile çözümlere yönelik teklifler ortaya çıkarma, pilot bölgelerde örnek projeler geliştirme gibi çalışmalar, toplumun ve karar vericilerin dikkatine sunulmalı ve gündemlerine alınmalıdır. 

Dağlarımızın bağrında saklanan zenginliklerimizin ortaya çıkarılmasında, değerlendirilmesinde yerleşik halkın özellikle gençlerin dâhil edilmesi, hem eğitim hem istihdam açısından bu anlamda yönlendirilmeleri, hem koruma hem sahiplenme, hem de insan kaynağının doğru kullanılması ile bozulmadan gelişimin de yolu açılmalıdır.

Prof.Dr. Uğur Ömürgönülşen 

İdari coğrafya, devletlerin egemenlikleri altındaki ülke arazilerinin yönetiminin (idari kademelenme ve bölünüşün) coğrafi temellerini ortaya çıkarmaya çalışan ve idari düzenlemelerin coğrafi yapıya uygunluğunu inceleyen bir bilim dalıdır. Bu çerçevede, mülki idare kademelenmesi ve bölünüşü ile coğrafya arasında sıkı bir ilişki vardır. Bir yandan yeryüzü şekilleri, iklim özellikleri, bitki örtüsü, toprak yapısı, sulak alanlar, doğal afetler gibi fiziki coğrafya ile ilgili unsurlar diğer yandan nüfus ve nüfus yoğunluğu, iç ve dış göçler, etnik, dinsel ve kültürel farklılıklar, sanayileşme, turizm gibi sosyo-ekonomik unsurlar bu ilişkiyi etkileyen unsurlardır. İklim değişikliği ve idari coğrafya arasındaki ilişki de oldukça önemlidir, çünkü iklim değişikliği, farklı coğrafi bölgelerdeki insanların yaşamlarını derinden etkileyen bir faktördür. İklim değişikliği, sıcaklık artışı, yağış rejimindeki değişiklikler, ekstrem hava olayları gibi faktörlerle kendini gösterir. Bu değişiklikler, idari coğrafyanın yönetimini, kaynak kullanımını, kalkınma stratejilerini ve toplumsal düzenlemeleri etkiler. Bu etkilerle başa çıkabilmek için hükümetlerin su kaynakları yönetimi, dağlık alanların yönetimi, tarım ve gıda güvenliği, doğal afet yönetimi, göç yönetimi, temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması alanlarında uygun politika ve stratejileri geliştirmeleri gerekmektedir.

Bu gelişmeler karşısında siyasetçiler ve idareciler coğrafya bilmek zorundadırlar Üniversitelerin özellikle kamu yönetimi bölümlerinin ders programlarında idarî coğrafya, iktisadi coğrafya, Türkiye Coğrafyası derslerine yeniden yer verilmelidir. İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen hizmet-içi eğitimlerde mülki idare amiri olarak görev yapacakların yönetecekleri mekânları tanımaları bakımından mutlaka idarî coğrafya konuları ele alınmalıdır.

Kayhan Kavas; Emekli Vali

Ülkemizin en geniş alanını kapsayan dağlık alanlarla ilgili hukuki ve yönetsel yeterli düzenlemelerin olmadığı anlaşılmıştır. Bu çalışma çok faydalı olup, buna benzer çalışmalar geliştirilmelidir. 

Servet Ertaş; İZ-AFED Derneği Başkanı

Dağlık alanların biyolojik çeşitlilik, su kaynakları, enerji, maden gibi doğal kaynaklar olarak hayatımıza sunduğu tüm nimet ve faydalarının yanı sıra, ekolojik dengenin korunması ve sürdürülebilir bir çevre açısından da hayati bir öneme sahip olduğu yadsınamaz.

Barındırdığı bitki örtüsü ve ağaçlar sayesinde, küresel ısınmanın etkilerinin, betonlaşmaya boğulmuş kent merkezinden daha az hissedilir olması da dağlık alanları avantajlı hale getirmektedir. Bu özelliği sayesinde ve çoğunlukla sert kayaç oluşumuna tabi zemin özellikleri nedeniyle de, jeolojik kaynaklı afetlere özellikle depreme karşı daha dirençli olma olasılığı daha yüksektir. Fay hatları üzerinde bulunsalar bile deprem (sekonder) dalgalarının dağlık alanların sert kayaç zeminlerinden, alüvyon zeminlere nispeten daha hızlı ve yıkıcı etkiye sebep olmadan geçebilecekleri, yer bilimciler tarafından da ifade edilmektedir. 

Dağlık alanlar, afet yönetimi açısından da ayrıca ele alınmalıdır.

Dağlarda meydana gelecek farklı tiplerde afetlere müdahaleye uygun planlamalar yapılmalı ve buna uygun eğitimler verilmelidir. Ayrıca kentsel afetlere müdahale için kullanılan araç, gereç, Kişisel Koruyucu Donanım (KKD) ve iş makinalarının; dağlık alanlarda işlevsiz kalabileceği ihtimali göz önünde bulundurulmalı, daha kompakt ve amfibi tasarımlar geliştirilmelidir.

Aysan SOYLU; Yüksek Gıda Mühendisi 

Kullanabileceğimiz su varlığının dünyadaki toplam su içinde sadece %0,78 oranında olduğunu biliyor musunuz? Dağlarda kar yoksa hayat da yok…

Hepimiz dünyanın ¾ ‘ünün suyla kaplı olduğunu biliriz. Bilgi doğru, ama bu suyun %97,5’i okyanus ve denizlerde, yani tuzlu. Kalan tatlı suyun %68,7’si buzullarda geriye kalan su, yer üstü ve altı olmak üzere toplam suyun %0,78’i. Nicel değerler üzerinden bilimsel olarak ifade etmek gerekirse “Ülkemiz, küresel iklim değişikliğinin etkilerinin yoğun olarak hissedileceği Akdeniz iklim kuşağında yer almakta olup iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en fazla etkilenecek ülkeler arasında kabul edilmektedir. Havzalarımızdaki su varlığımızın iklim değişikliğine bağlı olarak gelecekte nasıl etkileneceğine ilişkin projeksiyonlar nüfusumuz %25 artarken, su kaynaklarımızın önümüzdeki yüz yıl içerisinde yüzde 30'a varan oranlarda azalabileceğini göstermektedir.” Yani böyle giderse suyumuz bitiyor. Su kıtlığı veya stres durumunu tanımlamak için kullanılan uluslararası Falkenmark göstergesine göre ile ülkemiz küresel ölçekte 2023 verilerine göre yıllık 1.313 m 3 kişi başı kullanılabilir su miktarı su stresi altındaki bölgeler arasında yer almaktadır. (Bu sayı daha 2020 yılında 1348 m 3 ’tü.)

2023 yılı itibariyle yaklaşık 85 milyon nüfusumuza göçmenleri ve 50 milyon turistleri eklediğimizde su ihtiyacı daha artıyor. Daha net ifadeyle “Artan nüfus, kentleşme, sanayi ve tarım faaliyetleriyle birlikte ülkemizde su talebi de doğru orantılı olarak artış göstermektedir. İklim değişikliğinin etkilerini analiz etmek için kullanılan modellerine sonuçlarına ve su kaynaklarımıza ilişkin gelecek projeksiyonlarına göre su kaynaklarının korunması ve verimli kullanılmasına yönelik gerekli önlemlerin alınmaması durumunda yakın gelecekte havzalarımızda önemli su açığı oluşacağı ve Türkiye'nin su kıtlığı çeken bir ülke durumuna geleceği öngörülmektedir.”

Suyu verimli kullanmaya ihtiyacımız var. Su verimliği yaklaşımı; suyun miktar ve kalite bakımından korunarak, ekosistem duyarlılığı ile tüm canlıların gereksinimlerini dikkate alacak şekilde başta tarım, sanayi ve kentsel kullanımlar olmak üzere tüm sektörlerde akılcı, paylaşımcı, hakkaniyetli ve verimli şekilde kullanılmasını esas almaktadır. Su kaynaklarımızın sürdürülebilirliğini sağlamak için en etkili, en ucuz ve en uygulanabilir yaklaşım olan su verimliliği suyun kısıtlanmasını değil, israfın engellenmesi ve kayıpların azaltılmasıyla su kullanımından elde edilen faydanın maksimize edilmesini hedeflemektedir.

I. Kentsel Su Kullanım Verimliliği

II. Tarımsal Su Kullanım Verimliliği

III. Endüstriyel Su Kullanım Verimliliği

IV. Bütün Sektörleri Etkileyen Su Kullanım Verimliliği

Sonuç olarak iki yönlü önlemler silsilesini hayata geçirmek gerekmektedir. İlki birçok dilde, atasözünde de ifade edildiği gibi dağlarımızın sağlığı; yerleşimin, sanayinin, tarımın, turizmin kahir ekseriyette cereyan ettiği ovaların yaşaması için elzemdir. Küresel ısınma neticesinde yaşanacak kuraklık ve özellikle azalacak yağış, hele hele dağlarımızın süsü kar kütlesinin yok oluşu, dağlık alanlar dışında kalan bölgelerde sürdürülen hiçbir faaliyetin yapılamamasına, ilerleyen dönemde azalan kaynaklar ile geçen yüzyılda petrol uğruna yapılan savaşlar yerine bu dönemde su savaşlarına neden olabilir.

İkinci konu ise suyumuzun verimli kullanılması. İklim değişikliği olmasa bile artan nüfus ile kıt kaynak haline gelecek suyumuzu korumak için kişisel olarak yapacaklarımız da var. Bunlara rezervuara içi su dolu bir şişe bırakarak, diş fırçalarken, tıraş olurken boşuna su akıtmayarak, musluklarımıza perlatör takarak, bulaşık ve çamaşır makinelerimizi hep tam dolu kullanarak başlayabiliriz. (www.suverimliligi.gov.tr) .Yapılacak daha çok önlem var. Zira su gıdadır, su hayattır.

Categories: